top of page

Kamu hizmeti memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülür. Bu durum kanun ile de hangi işin nasıl yapılacağı şeklinde açıkça yazılmıştır.


Son yıllarda kamuda işçi memur tartışmasının günden güne arttığını gözlemliyoruz. Bu tartışma sadece bir iki sendika yöneticisi arasında değil, bizzat hizmet üretim sahasında, yani kamu hizmet binalarında da karşımıza çıkmaktadır. Bu durum da doğal olarak kamu hizmetinin yer yer aksamasına neden olmaktadır. Onun için burada çok detaya girmeden tartışmanın asıl nedenini anlatmanın sürece katkı sağlayacağını düşünüyorum.


Kamu kurum ve kuruluşlarının özel sektör gibi doğrudan bir sahibi, ya da bir patronu bulunmamaktadır. Kamu kurumları bazı kurumlarda seçimle bazı kurumlarda atama ile gelen yöneticiler eliyle yönetilmektedir. Kamu kurum ve kuruluşlarının bütçesi de tüm ülke vatandaşlarının ödemiş olduğu vergilerle ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin planlaması ile oluşmaktadır. Kısaca kamuda özel sektör mantığı ile hareket etmek mümkün değildir.


Ben istediğime istediğim ücreti veririm, istediğime istediğim işi yaptırırım şeklindeki keyfi hareketler doğrudan hizmet üretimini olumsuz etkileyeceği için kamudaki tüm iş ve işlemler yasal güvence altına alınmıştır.


Kamu kurum ve kuruluşlarında asli iş ve işlemler memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmektedir. Bunun yanında yardımcı iş olarak adlandırılan işler ile özellikle üretim olarak adlandırılan işler de işçiler eliyle yürütülmektedir. Yardımcı iş olarak adlandırılan işler, 2017 yılına kadar hizmet alımı yöntemi ile yapılırken, 696 sayılı KHK ile taşeron işçiler sürekli işçi kadrosuna geçirilmiş, üretim sahalarında görev yapan işçiler ile bir bakıma eşit hale getirilmiştir. Kanun Hükmünde Kararname yayınlandığı zaman durumun böyle olacağı tam olarak anlaşılmasa da aradan geçen 3 toplu sözleşme dönemi ile üretim sahasında yılların birikimi ile çalışan işçiler ile özellikle üniversiteler ve sağlık kuruluşlarındaki yardımcı işleri yapan işçiler mali haklar noktasında birbirine çok yakın hale gelmişlerdir.

Aslında tartışma tam da bu kısımda çıkmaktadır. Yardımcı iş olarak adlandırılan işlerde çalışan işçilerin mali hakları, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi çalışan yardımcı hizmetler sınıfındaki aynı işi yapan memurların en az 1,5 katı, mühendis maaşı ile ya eşit ya da az fazlası konumuna geldiği için çok sık tartışma konusu olmaya başlamıştır. Oysa üretim sahasında çalışan işçiler yıllardır kamuda çalışıyorlar, hiçbir zaman bu tartışma olmamıştır.

İşçi- memur tartışmasına eğer önlem alınmaz ise çok daha ileri seviyelere maalesef gidecektir. Önlem demişken, işçilerin maaşının azaltılmasından ya da az zam verilmesinden bahsetmiyoruz tabi ki. Öncelikle şunu belirtelim, yardımcı işler yapan işçilerimizin aldığı ya da alması gereken ücret piyasanın fiyatladığı ücrettir. Yardımcı hizmetler sınıfındaki memurlar ve diğer kadroların mali hakları da o ücrete göre yeniden düzenlenmelidir. Sonrasında yapılması gereken mali ve özlük haklarının yer aldığı toplu sözleşmeler mevzuatının yeniden düzenlenerek ya tüm kamu çalışanları için merkezi toplu sözleşme yapılmalı, ya da işçi memur ayrımı yapılmadan toplu sözleşmeleri her kurum kendisi yapmalıdır.


Memurun toplu sözleşmesini merkezi yapıp, işçilerin toplu sözleşmesini kurumlara bıraktığımız sürece bu sorunu aşmamız mümkün değildir. Çünkü kurum yöneticileri kasanın sahibi olmadıkları için kendi maaşları başta olmak üzere hiçbir çalışanın maaşını göz önünde bulundurmayıp, biraz da duygusal bakarak kamudaki ücret dengesini bozacak hareketler sergilemektedirler.


Memurların merkezi toplu sözleşmesinde tasarruf dönemindeyiz enflasyon üstü zam veremeyiz deyip, işçi toplu sözleşmelerinde kurum yöneticileri üzerinden işçilerimize ne kadar versek azdır demek kamu adaletiyle bağdaşmamaktadır.


Diğer bir husus da amirlik konusudur. O kısımda 657 sayılı kanunda açık bir şekilde yazmasına rağmen bazı kurumlarda işçileri memura amir yapma durumu ile uzun zamandır karşılaştığımız için Sendika olarak bazı kurumlarda yazılı başvuru yapmış, bazılarında ise hukuki süreç başlatmıştık. En son Yükseköğretim Kurulunun Cumhurbaşkanlığı görüşüne atıf yaptığı uyarı yazısına rağmen bazı kurumların hala işçi amir noktasında ısrar ettiğini görüyoruz. Tüm bu durumlar kamuda maalesef tartışma ortamına zemin hazırlamaktadır.


Sayın Ergün ATALAY, “memur sendikaları aklını başına alsın” diyerek üyelerine selam çakacağına, enflasyon oranlarının doğrudan maaşlara yansıtılması için mücadele etmelidir. TÜİK piyasa gerçeklerinden uzaklaştığı zaman TÜİK önünde mücadele etmelidir.


Gemisini yürüten kaptan mantığıyla bakarak kamuda çalışma barışını zedeleyen hareketler yerine 2025 Türkiye’sine yakışır ücretler için hep birlikte mücadele etmeliyiz.

Keşke hak aramak, halı saha maçı kadar kolay olsaydı!





 
 
 

Yükseköğretim Kurulunun geçtiğimiz Cuma günü yaptığı paylaşım üzerinden tayin sorunu çözülüyor mu diye anlatmaya başlamadan önce, bu sorunun çözümü için hangi kararlar alınmış, son bir yıllık süreçte kim ne yapmış öncelikle bu kısmı anlatalım, sonrasında tayin sorunu ne oranda çözülüyor o kısmı anlatalım.


Üniversite idari personelinin tayin sorunu yıllardır çözüm bekliyordu. Tüm sendikalar aslında sorunun bir an önce çözülmesi gerektiğinin farkındaydı ama öncelik kısmı hiçbir zaman idari personel tarafına dönmediği için günümüze kadar maalesef sorun olarak geldi. Sendikamız kuruluşundan beri tayin sorununun çözümü için çalışmalar yapıyoruz. Bizim yaptığımız çalışmalar ve idari personelin ısrarlı talepleri sonrasında 2021 yılı toplu sözleşmesinde sorunun çözümü için çalışma yapılması kararı alındı. Hem ülkemizin içinde bulunduğu durum hem de karara imza atanların imzalarına sahip çıkmaması nedeniyle hiçbir çalışma yapılmayarak bir sonraki toplu sözleşme dönemine kalmış oldu. Durum böyle olunca 2023 yılı toplu sözleşmesinde de aynı karar alınmak zorunda kalındı.


Tüm bu durumlar yaşanırken kamu sendikacılığında da önce yüzde 1, sonrasında da yüzde 2 gibi garabet durum yaşanıyordu. Bu engellemeleri şöyle anlatabiliriz. Üniversite idari personelinin tayin ve diğer sorunları için çalışma yapması gereken sendikalar hiçbir şey yapmadığı gibi, Sendikamızın oluşturmuş olduğu kamuoyu nedeniyle çalışmamalarını daha fazla gizleyemedikleri için bu şekil antidemokratik yöntemlerle önümüze engel koymaya çalıştılar. Anayasa Mahkemesinin ilgili maddeyi iptal etmesi sonrası Sendikamız da hem üye sayısı olarak hızlıca artmaya başlamış, hem de antidemokratik engellere ayırdığı zamanı doğrudan mücadele alanına ayırmaya başlamıştır.


Sendikamız iptal kararının alınması sonrası ilk büyük eylemini 23 Şubat 2024 tarihinde Yükseköğretim Kurulu (YÖK) önünde tüm üniversitelerden gelen temsilcilerimiz ve üyelerimiz ile gerçekleştirdi. Bu eylemin odak noktasında da 6 ve 7. dönem toplu sözleşmelerinde kararı alınan üniversite idari personelinin tayin sorununun çözümüne ilişkin kararın bir an önce hayata geçirilmesi vardı. Eylemimizden birkaç gün sonra nihayet YÖK hazırlık çalışmasına başlandığını duyurdu.


YÖK hazırlık çalışmasına başladı ama hala ne yetkili sendika ne de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı üzerine düşeni yapmıyordu. Yükseköğretim Kurulunun da elinde bulunan yetkilerin kısıtlı olması ve üniversitelerin özerk yapısı nedeniyle aslında 2 ay gibi kısa bir sürede merkezi puan usulüne dayalı sistem kurulacakken bir yıl gibi uzun bir süre geçmesine rağmen sistem hala kurulmadı.


Tüm bu durumlar ortada iken ve Sendikamız en başından beri sorunun çözümünün YÖK, Cumhurbaşkanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koordinasyonunda çözüme kavuşabileceğini söylemesine rağmen, uzun bir süre bu iş sadece YÖK’ün sırtında kaldı. Bu süre zarfında kurumları harekete geçirmek için YÖK önünde 10 defa, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde 6 defa, TBMM önünde ise bir defa eylem gerçekleştirdik. Her hafta sosyal medya üzerinden tepkimizi ortaya koyduk. Tüm üniversite rektörlerine mektup gönderdik. İlgili kurumlara yazılı başvurular yaptık.


Son altı ayda da bizim ve idari personelin bu güçlü mücadelesi nedeniyle diğer sendikalardan bazıları da YÖK ve Çalışma Bakanlığı önünde eylemler gerçekleştirdiler. Tüm bunları niye anlatıyorum, sorunun çözümüne kim ne kadar katkı sağlamış öncelikle idari personelin ve kamuoyunun bunu bilmesi lazım.


Bu arada hala sorun çözülmüş değil. Sadece geçtiğimiz Cuma günü Yükseköğretim Kurulu sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda üniversite idari personelinin üniversiteler arasında karşılıklı yer değişikliği ile ilgili çalışmanın Cumhurbaşkanlığının onayı ile tamamlandığını duyurdu. YÖK’ün bu paylaşımı sonrası daha önce sorunun çözüme gitmesi için sadece bir twit bile atan sendikalar kazanım sahiplenme yarışına girdi. Oysa ortada ne bir çözüm vardı ne de bir kazanım. Ortada sadece bir paylaşım varken sendikaların içerik ile ilgili olması gerekeni söylemeleri gerekirken kazanım sahiplenme yarışına girmeleri de ne kadar samimi olduklarını göstermektedir.


Son bir yıllık süreçte neler yaşandığını az buçuk anlattıktan sonra gelelim sorun gerçekten çözülüyor mu?


YÖK tarafından yapılan açıklamaya toplu sözleşmede alınan karar doğrultusunda baktığımızda, karşılıklı yer değiştirme (becaiş) sistemini anlıyoruz. Bu sistem idari personelin sorununu gerçek anlamda çözüme kavuşturacak mı diye baktığımızda, sorun yaşayan idari personelin maksimum %40’ının tayin ya da nakil olmasını sağlayacaktır. Bu da demek oluyor ki önümüzde daha uzun yol var. Sistem ne zaman yeterli hale gelir diye soranlara da buradan doğrudan cevap verelim. Merkezi puana dayalı sistem kurulana kadar bu mücadele devam etmek zorundadır. Başka bir deyişle birilerini aracı yapmadan tüm idari personelin yer değiştirmek istediğinde belli bir sitem dahilinde yer değiştirdiği ortam oluşturulmasıdır.


YÖK’ün yaptığı açıklama önemli olmakla birlikte, süreç ile ilgili resmi bir sistemin ilanı beklenmeli, yapılan resmi açıklama sonrası kurgulanan sistemin avantaj ve dezavantajları tespit edilerek onun üzerinden iyileştirme yönünde mücadeleye devam etmek en doğru yol olacaktır.


Yazımın sonunda başlığa atıf yaparak şunu söyleyebilirim. Henüz çözülen bir sorun yoktur. Gelişmeleri takip edip hep birlikte sonunun ne yönde çözüme gideceğini göreceğiz. Sendika olarak bu süreçte üzerimize düşeni de yapacağımızı tekraren belirtelim.


Saygılarımla;

 

 
 
 

Güncelleme tarihi: 10 Mar



Sendikal mücadelede bulunmak, çalışanların haklarını savunmak ve onların menfaatlerini korumak bir onur meselesidir. Ancak, gecesini gündüzüne katarak idari personelin hakları için mücadele eden, çözüm odaklı çalışan ve başarılarıyla üyelerinin güvenini kazanan yönetici ve temsilcilerimize yalan, iftira ve karalama kampanyaları düzenleyen bazı şube yöneticilerini açıkça uyarıyoruz:


Bu çirkin yöntemlerinizle bizleri yıldırmaya çalışmanız nafiledir!


Mesnetsiz iddialar ve manipülatif söylemleriniz, sadece sizin çaresizliğinizin bir yansımasıdır. Tüm idari personel, hangi sendikanın sahada gerçek anlamda emek harcadığını, onların haklarını hangi sendikanın koruduğunu çok iyi bilmektedir. Ziyaretlerimiz sırasında gördüğümüz destek ve takdir, mücadelemizin doğruluğunun en büyük kanıtıdır.


Unutmayın, güneş balçıkla sıvanmaz! Biz, üyelerimizin ve tüm idari personelin haklarını korumaya, onlara daha iyi çalışma koşulları sunmaya kararlılıkla devam edeceğiz. Sizin ise karalama kampanyalarınızla hiçbir yere varamayacağınız aşikârdır.


Bu vesileyle sizleri son kez uyarıyoruz:

Hakaret, iftira ve yalanlarla sendikal mücadeleyi lekelemek yerine, idari personelin hak ve menfaatleri için somut çalışmalar yapmaya odaklanın. Aksi takdirde, hukuk ve sendikal ahlak çerçevesinde gereken tüm yaptırımları uygulayacağımızdan hiçbir şüpheniz olmasın.


Üyelerimizin haklarını savunmaktan asla geri durmayacağız.


Saygılarımızla,

Erdem YALÇIN

Genel Başkan Vekili

 
 
 
bottom of page